Bir dönem Türkiye’nin en yakıcı sorunlarından biri olan ayrımcılık, yeniden gündeme taşındı. Kamu görevlilerinin yalnızca inançlarını yaşamaya çalıştıkları için fişlendiği, baskıya maruz kaldığı ve tahkir edildiği karanlık yıllar, hafızalarda tazeliğini koruyor.
Sadece dinî inançlarını hayatına tatbik eden bireyler, “irticacı”, “gerici”, “yobaz” ve “tarikatçı” gibi sıfatlarla küçümsendi. “Bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan adam” gibi halkı aşağılayan söylemler, toplumda derin izler bıraktı.
Bu dönemde kendi hizipleri dışındaki hiçbir kesime yaşam hakkı tanımayan yapılar, azınlık olmalarına rağmen çoğunluğu baskı altına aldılar. Ancak artık bu karanlık dönemlerin geride kaldığı vurgulandı.
"Azgın azınlığın, sessiz çoğunluğa parmak salladığı o dönemler artık mazide kaldı" denilerek, toplumun bütün kesimlerini kuşatan özgürlükçü bir anayasa çağrısı yapıldı. İnancından, kılık kıyafetinden, başörtüsünden, sakalından ya da çarşafından dolayı kimsenin ötekileştirilmediği yeni bir Türkiye vizyonu ortaya kondu.
Yeni anayasa vurgusu ise dikkat çekti. Kazanımların kalıcı hale gelmesi, geçmişte yaşanan mağduriyetlerin bir daha tekrarlanmaması için hukuk temelli ve özgürlükçü bir çerçevenin oluşturulmasının şart olduğu belirtildi.
“Geride bırakacağımız en büyük miras, kimsenin ayrımcılığa uğramadığı, her bireyin özgürce yaşayabildiği bir Türkiye olacaktır” ifadeleriyle, gelecek nesillere bırakılmak istenen vizyon net şekilde ortaya kondu.
Yorumlar
Kalan Karakter: